Sevgili Artvinliler,
Değerli Basın Mensupları,
Bugün, 1972 yılından beri her yılın 5 Haziran’ında kutladığımız Dünya Çevre Günü. Ancak bu yıl, bu özel günün, Birleşmiş Milletler Çevre Konferansı’nda çevre günü olarak kabul edilmesinin 50. Yılı ve tüm Dünya’da #YalnızcaBirDünya: ‘Doğayla uyum içinde, sürdürülebilir yaşam’ teması ile kutlanması ve etkinlikler yapılması kararlaştırılmış. Ancak bizde Çevre Günü veya Haftası, kutlanmaktan ziyade, sanki çevremizdeki kirli ve çirkin şeyleri hatırlanma, doğada kaybettiklerimizi ise anma gününe dönmüş ne yazık ki!
Özellikle bizim ülkemizde ise, bugünün anısına yine ilgili-ilgisiz birçok kurum ve kuruluş ile yetkili-yetkisiz birçok kişi 05 Haziran Çevre Günü için yalan-yanlış, içi doldurulamayan ve klişelerle dolu açıklamalarını okuyacak veya duyacaksınız. Ve bu açıklamaları yapan yetkili-yetkisiz cenah, ne yazık ki, yıllardır kirletilmeye devam edilen akarsuları, kaçak kuyularla kuruyan yeraltı su kaynaklarımızı, buna bağlı kuruyan göllerimizi, daha fazla kirliliği kaldıramayan ve bu nedenle can çekişen Marmara Denizi’ni, bu çağda bile doğru sulamayı beceremeyip tuzlaşmasına ve verimsizleşmesine neden olduğumuz binlerce hektarlık toprağımızı, özellikle kışın nefes alamadığımız büyük şehirlerin kirli havasını ve gözümüzün önünde yanan ve/veya madencilik, taş ocakçılığı, yeşil yol, beş yıldızlı otellere peşkeş çekilen ormanlarımızı ve betona boğulan şehirlerimizi ilgilendiren çevre sorunlarını ertesi gün unutacaklar. Buna karşılık, çevremizin ve doğal kaynaklarımızın talanını resmi rakamlarla ve her türlü görsellerle (fotoğraf ve videolarla) kanıtlayan bazı çevre dostu vatandaşlarımız ile bazı sivil çevre/toplum kuruluşları ise en basitinden yatırım düşmanlığı ile suçlanmaktadır. Hatta Gezi Parkı olaylarında, amaçları sadece şehrin nefes alabileceği yeşil alanların betona veya AVM’ye dönüşmesini önlemek olan doğa tutkunlarının, türlü hukuki/siyasi oyunlarla cezaevlerine gönderildiklerine de şahit olduk bu ülkede. Oysaki gezi bu ülkenin aklı, vicdanı, geleceğe uzanan eli, sorumluluk bilinci ve yurttaş olma sorumluluğudur.
Bunlara ilaveten, çok sayıda bilim insanının ve STK’ların sadece ülkesinin güzelliklerinin devamını sağlamak adına dile getirdikleri samimi uyarıların ve önerilerin de düşünme ve tartışma kültüründen nasibini almamış bazı kişilerce dikkate alınmadığını da yine acı örnekleriyle yaşamaktayız. En yakın örnek geçen yaz ülkemiz tarihinde yaşadığımız rekor seviyedeki orman yangınları sırasında yaşandı. Konunun bilimsel uzmanları ve bazı STK’lar tarafından eksiklikler ve alınması gereken tedbirler dile getirilmiş, ancak o zamanlar bu önerileri gereksiz ve yanlış olarak lanse eden ilgililer, her ne hikmetse, bu yılın başında tam da o öneriler ışığında çalışmalara başlayarak yangın işçisi alımı ve uçak/helikopter ihalelerini yaptılar. Benzer şekilde, Marmara Denizi için onlarca yıldır bilim insanları ve STK’ların yapmış oldukları uyarıların ilgili kurumlarca iş işten geçtikten sonra dikkate alınmaya başlaması da bu açıdan verilebilecek örneklerden biridir.
Oysa küresel ölçekte karşı karşıya kalmaya başladığımız ve hatta yakın zamanda çok daha ağırlarını yaşayacağımız iklim değişimine bağlı felaketler (Doğu Karadeniz’de yaşanan sel, taşkın ve heyelan olayları) aslında bize bir uyarı niteliğindedir. Ancak, biz doğanın kurallarını ve sınırlarını öğrenmek yerine geri kalmış toplumların yaptığı gibi aslında kendi elimizle sebep olduğumuz doğa felaketlerini “takdiri ilahi” diyerek Allah’a havale etme yolunu seçiyoruz. Bu nedenle de Allah’ın bize akıl ve düşünce yetisini boşuna vermediğini dahi idrak edememenin acı sonuçlarını diğer tüm konularda olduğu gibi çevre ve doğa konularında da yaşıyoruz. Küresel ölçekte yaşadığımız küresel ısınma, çölleşme ve çoraklaşma, hava, su ve toprak kaynaklarının kirlenmesi, özellikle tropik bölgelerdeki ormanlık alanların yok edilmesi, orman yangınlarındaki ciddi artışlar, bitki/hayvan türlerinin %40’nın tükenmesi gibi yıkıcı somut örnekler bile bizi kendimize getiremiyorsa, gelecekte çocuklarımıza nasıl bir Dünya bırakacağımızla ilgili yapılan karamsar senaryoların yaşanması kaçınılmazdır.
Ülkemiz özelinde de çevre sorunları her geçen gün artmakta ve etkileri de katlanarak çoğalmaktadır. Özellikle son yıllarda, ormanlar, akarsular, meralar, sulak alanlar ve deniz kıyılarımız üzerinde sürekli değiştirilen mevzuatlarla firmalara daha fazla imtiyaz ve tahsisler verildiğini görmekteyiz. Buna karşılık, sözde hayati öneme sahip doğal kaynakları ve dolayısıyla bizleri ve diğer canlıları koruma amaçlı olarak hazırlanması gereken Çevresel Etki Değerlendirme (ÇED) raporları ise etki sınırları kaldırılarak veya daraltılarak neredeyse “ETKİSİZ” raporlar haline getirilmiştir.
Daha önce defalarca dile getirdiğimiz gibi Artvinimiz, ülke genelinde doğal alanlarına en fazla müdahale edilen ve bu nedenle hem çevresel hem de özellikle insanlarımızın göçe zorlanmasıyla sosyal sorunlar açısından en fazla olumsuzlukla karşı karşıya kalan illerin başında gelmektedir. Bilindiği üzere ilimiz genelinde büyük barajlar nedeni ile Çoruh Nehri tamamen yok edilirken, yeni ihalelerle izin verilen HES’ler nedeniyle de derelerimiz tehdit altında kalmaya devam etmektedir. Diğer bir ifade ile Çoruh Nehri nehir olmaktan, HES’ler yüzünden de derelerimiz dere olmaktan çıkarılmıştır. Ayrıca, geçen yıl içerisinde TEMA’nın yaptığı bir çalışmada, son yıllarda hızla artan madencilik ruhsat alanları sayısının Artvin genelinde toplamda 525 olduğunu, bunun da il yüzölçümünün %72’sine denk geldiği ortaya çıkmıştı. Bu ruhsatlardan en sonuncusu ise başlandığı takdirde tam bir çevre felaketine neden olacak olan Hod (Aşağı ve Yukarı Maden) Köyündeki altın madeni işletme sahasıdır.
Artvin halkının karşı çıkmasına rağmen, kullanılan orantısız güç ve türlü Ali Cengiz oyunlarıyla girilen Cerattepe’de maden işleten şirket ise 4406 hektar olan ruhsat alanını yaklaşık iki katına (8535 hektar) çıkarmıştır. Son olarak, ülkenin doğal alanlarına bir kara bulut gibi çöken bu şirketin Ankara’da yaptığı lobi faaliyetleriyle, Kafkasör Turizm Koruma ve Geliştirme alanı sınırlarını daralttığını ve zaten iki katına çıkarıldığı ruhsat alanını daha da genişleterek Artvinlilere yaşam alanı bırakmamaya kararlı olduğu anlaşılmaktadır.
Ayrıca hem ülkemizde hem de Artvin genelinde aşırı orman kesimleri artık kabul edilemez bir seviyeye çıkmıştır. Ülke genelinde üretim miktarının yaklaşık üç-dört katına çıkarılması emri ile hareket eden Orman Bölge Müdürlükleri, ülke ormanlarını korumak yerine, zaten çoğu bozulmuş olan ormanlarımızı adeta paramparça etmektedirler. Artvin’in tüm ilçelerinde de ormanlarda benzer şekilde anormal bir kesim yapılmaktadır ve daha önce sıkça yaşandığı gibi yağan her şiddetli yağış, Artvin gibi yüksek eğimli ve sarp bölgelerde büyük felaketler yaşanmasına neden olacaktır. Bu uyarımızın dikkate alınmasını da talep ediyoruz.
Sayın Artvinliler, ne yazık ki her 05 Haziran Çevre Günü açıklamasında olduğu gibi bu açıklamada da; hem küresel hem ulusal hem de il bazında sürekli artış gösteren çevre sorunlarından ve buna bağlı olarak doğal kaynaklarımızın kirlenmesinden, yaşam alanlarımızın bozulmasından, bitki ve hayvan varlıklarımızın yok edilmesinden bahsetmek zorunda kaldık. Bir diğer önemli husus ise zaten günümüzde yaşanan ciddi çevre sorunlarına “küresel iklim krizi” gibi çok büyük bir dert daha eklenmiş olmasıdır ki bu da çevremizin ve doğamızın korunması gerekliliğini daha da önemli hale getirmektedir. Bu nedenle bir gün değil her gün çevre günü olmalıdır. Temiz hava, temiz su, temiz orman her günün konusu olmalıdır.
Umuyoruz ki Dünyamızın, ülkemizin ve Artvinimizin sahip olduğu eşsiz doğal alanları ve kaynaklarının bozulmadığı, tahrip edilmediği ve risk altında olmadığı günler de olacaktır. Bu umutlarla, tüm Artvin halkımızın Dünya Çevre Günü’nü kutluyor, doğası ile barışık, kirletmeyen, yok etmeyen, tam tersine koruyan ve geliştiren bir geleceğin bizleri beklediğine inanmak istiyoruz.
Yeşil Artvin Derneği