Artvin’de Türkiye Ormancılar Derneği tarafından, Yeşil Artvin Derneği’nin desteği ile gerçekleşen, “Artvin Ve Çevresinde Doğal Alanlara yapılan Müdahaleler ve Sonuçları” adlı panel 5 Mayıs 2016 Perşembe günü Nihat Gökyiğit Kongre Merkezi’nde gerçekleştirildi.
Panele, Yeşil Artvin Derneği Başkanı Nur Neşe Karahan, CHP Başkan Yardımcısı Ayhan Tekin, İl Genel Meclis Başkanı Hasan Dilberoğlu, STK temsilcileri ve çok sayıda vatandaş katıldı.
Panelin konuşmacıları, Cerattepe davasını en başından beri bilen ve bugüne kadar gerek yazılarıyla, gerek yazdıkları raporlarla anlatan akademisyenler oldu. İlk raporu yazan, emekli akademisyen Prof. Dr. Doğan Kantarcı, O zamanki adıyla Kafkas Üniversitesi Orman Fakültesi dekanı olan, Şimdi KTÜ Orman Fakültesi Öğretim Görevlisi Prof. Dr. Cantürk Gümüş, KTÜ Orman Fakültesi Öğretim Görevlisi Yardımcı Doç. Dr. Oğuz Kurtoğlu, AÇÜ Öğretim Görevlisi Yrd. Doç. Dr. Mehmet Özalp’tı.
Programın açılışını ve sunuculuğunu Türkiye Ormancılar Derneği Artvin Çoruh Üniversitesi Temsilcisi Yrd. Doç. Dr. Fatih Temel, moderatörlüğünü ise 8 yıl önce Artvin’de Orman Fakültesi Dekanlığını yapmış olan Prof. Dr. Cantürk Gümüş yaptı.
Cantürk Gümüş, 8 yıl aradan sonra Artvin’de Artvin halkı ile birlikte olmanın heyecanını yaşadığını belirtti. Gümüş, Artvin halkının anayasanın 56. maddesine istinaden yaşam alanlarını çeyrek asırdır savunmalarından dolayı büyük saygı duyduğunu belirtti. Gümüş ayağa kalkarak salonda bulunan Artvinlileri başıyla selamladı. Bu hareket salonda büyük alkış aldı.
Programın açılış konuşmasını Türkiye Ormancılar Derneği Yönetim Kurulu üyesi Mehmet Metin Avşaroğlu yaptı. Avşaroğlu konuşmasında; “Saygıdeğer katılımcılar ve konuklar, öncelikle Türkiye Ormancılar Derneği Yönetim Kurulu adına hepinizi saygıyla selamlıyor “Artvin Ve Çevresinde Doğal Alanlara Yapılan Müdahaleler Ve Sonuçları” konulu panelimize hoş geldiniz diyorum. Öncelikle sizlere Derneğimizi kısaca tanıtmak istiyorum. Derneğimiz, 26 Aralık 1924 tarihinde, “Orman Mekteb-i Alisi Mezunlan Cemiyeti” adıyla İstanbul’da kurulmuş, 1936 yılında Ankara’ya taşınmış Türkiye Cumhuriyeti tarihindeki en eski, en köklü sivil toplum örgütlerden biridir. Bu yapısı ile Derneğimiz Türkiye Mimar ve Mühendis Odaları Birliğinin kurulmasında öncülük etmiş kurumlardandır. Bakanlar Kurulu Kararı ile 1951 tarihinde kamu yararına çalışan dernek statüsünü almıştır. Bugün “ODTÜ Ormanı” olarak anılan, Ankara’nın akciğeri “Atatürk Ormanı”nın tesisi için Derneğimizin 1957 yılındaki Genel Kurulunda karar alınmış, Türkiye Ormancılar Derneği bu ormanın kurulmasının her aşamasında gerekli çalışmaları yürüten öncü kuruluş olmuştur. Derneğimizin yayın organı olan Orman ve Av Dergisi 1928 yılından beri düzenli olarak yayınlanmaktadır. Çoğunlukla ormancılık ve çevre konularında kitap ve dergi gibi 15 binden fazla yayını içeren Ali Kemal Yiğîtoğlu Kütüphanesi bu konuda en büyük kütüphanelerden biridir. Derneğimiz, ABD’de bulunan Ekoturizm Derneği ve Fransa’da bulunan Akdeniz Ormanları Uluslararası Derneği’nin de üyesidir. Türkiye Ormancılar Derneği sahip olduğu ISO 9001:2008 Kalite Yönetim Sistem Belgesi ile önemli ulusal ve uluslararası işbirliği ile projelere imza atmaktadır. 2015 Dünya Ağaç Günü ana organizatörlerinden olan Derneğimiz Uluslararası Ahşap Kültürü Derneği ve Eskişehir Odunpazarı Belediyesi’ni bir araya getirerek 7-27 Mart 2015 tarihleri arasında 93 ülkeden 350 civarında ahşap zanaatkarlar, akademisyen ve araştırmacıların bir araya geldiği ülkemizin ilk ve en büyük ahşap festivalini gerçekleştirmiştir. Derneğimiz, İstanbul ve Antalya’daki iki şubesi, 21 farklı bölge ve Orman Fakültesi temsilcilikleri ile bütün Türkiye’de hizmet vermektedir.
Değerli Katılımcılar, Konuşmamın başlangıcında Türkiye Ormancılar Derneği’nin Cumhuriyet tarihinin en eski ve en köklü sivil toplum örgütlerinden olduğunu belirtmiştim. En eski diyorum çünkü Derneğimiz Cumhuriyetin ilanından sonra Türkiye’de kurulan ilk 5 dernekten birisidir. Derneğimiz, Cumhuriyet devriminin kazanımlarını savunur. Atatürk devrim ve ilkelerine, ulusun egemenliğine, ülkenin bağımsızlığı ve bölünmez bütünlüğüne yönelik her türlü iç ve dış tehdide karşı koymayı Anayasada yazılı laik, demokratik ve sosyal hukuk devleti ilkelerini, emekten ve demokrasiden yana her türlü çabayı desteklemeyi yurtseverliğin vazgeçilmez bir görevi olarak kabul etmiştir. Bu temel ilkeler ışığında Derneğimiz bugüne kadar ülke ormancılığın ulusal çıkarlara, akla ve bilime uygun olarak yeniden yapılandırılması, kamu yararı ilkesi doğrultusunda doğanın, çevrenin ve ormanların korunması için yapılan her türlü çabayı desteklemiştir. Bundan sonra da aynı inançla destekleyecektir.
Değerli katılımcılar, Küresel iklim değişikliği, atmosferdeki karbon oranının ve sera gazlarının artışı, hava kirliliği, çölleşme, kuraklık, temiz su rezervlerinin azalması, toplumları ve dünyayı tehdit etmekte, ormanların önemini bir kat daha artırmaktadır. Ormanların öneminin her geçen gün artmasına karşın FAO kaynaklarına göre dünya orman varlığı giderek azalmakta, özellikle uluslararası tekellerin yönlendirmesiyle de ormansızlaşmanın geri kalmış ülkelerde yaşanmaya devam ettiği görülmektedir. Ülkemizde de ormanlar, politikacılar tarafından maalesef politik yatırım aracı olarak görülmektedir. Bu anlayışla, Anayasa ve ormancılıkla ilgili yasalarda defalarca, ormana ve ormancılık aleyhine değişiklikler yapılmış, binlerce hektar orman arazisi üzerindeki bitki örtüsü yok edilerek orman niteliğini kaybetmiştir gerekçesi ile orman sınırları dışına çıkarılmıştır. Ayrıca son dönemlerde orman yasasında yapılan değişiklikler ile orman içinde bulunan orman köylüsünün anayasa ve yasalarla sahip olduğu öncelik ve hakları ortadan kaldırılarak ormancılığın sosyo ekonomik işlevlerini ortadan kaldırmaya, ormanları sadece ticari bir meta olarak değerlendirmeye gidilmektedir. Ülkemizde orman azalmalarının yüzde 56’sının yasal düzenlemelerden kaynaklandığını ve 1950’lerden bu yana yaklaşık 1.5 milyon hektardan fazla ormanlık alanın bu kapsamda yok edildiğini belirtmek isterim. Orman alanlarının amaç dışı kullanımı ile de büyük tahribatların ortaya çıkması ve ekosistemin zarar gördüğü uygulamalar da sürmektedir. Özellikle son dönemlerde su kaynaklarının özelleştirilmesine yönelik uygulamalar neticesinde, derelerimiz üzerinde elektrik üretimi gerekçesi ile kurulan HES’ler en başta yöre insanının, ormanların, tarım alanlarının ve doğal yaşamın dolayısı ile ekosistemin alt üst olmasına neden olmaktadır. Olumsuz uygulamaların değişik biçimlerinin hala sürdürüldüğü bir ortamda ormanların bakımı, korunması, geliştirilmesi ve erozyon kontrolü için ormancı çalışanlar çok güç koşullarda büyük bir özveri gösteriyor, gerektiğinde yaşamlarını ortaya koyuyorlar. Ancak, yukarıda belirtilen sorunlar, sadece ormancı çalışanların çabası ile üstesinden gelinebilecek sorunlar değildir. Ormanlar, ormancıların değil, tüm insanlığın malıdır. O halde, ormancılığımızın ulusal bir sorun olduğu benimsenmeli ve gereği yapılmalıdır. Türkiye Ormancılar Derneği olarak bizler; orman ve çevreye duyarlı ve korumacı her türlü davranış biçiminin, ülkemiz ve dünya insanlarının yaşadıkları yere sahip çıkma bilincinin, çabaların geniş kapsamlı ve kalıcı kılınmasını amaçlamaktayız. Çocuklarımızın; yeşili yağmalanmış, toprakları verimsizleşmiş, suları kirli, havası solunamayacak kadar zehirlenmiş, yaban hayvanları azalmış, kuşları, böcekleri ve balıkları yaşam savaşı veren, iklim koşulları alt üst olmuş bir dünyada yaşamayı hak etmediklerine inanmaktayız.
Saygıdeğer konuklar; panelimizin konusu olan Artvin İlimiz, 200’ü endemik olan 305’i nadir yaklaşık bin 900 bitki türü ile Antalya ve İstanbul’dan sonra, ülkemizin en zengin üçüncü ilidir. Floristik acıdan çok zengin olan Artvin’de uluslararası sözleşmelere göre risk altında olan ve korunması gereken çok sayıda bitki türü ve habitatları da mevuttur. Bu nedenle de bölge, Dünya Doğa Koruma Örgütü, Dünya Bankası ve Küresel Çevre Fonu tarafından Kafkasya Sıcak Noktası olarak tanımlanmış ve dünyanın biyolojik çeşitlilik açısından en zengin ve aynı zamanda tehlike altrndaki en önemli “34 Karasal Biyoçeşitlilik Sıcak Noktasından biri olarak ilan edilmiştir. Ayrıca, Dünya Doğayı Koruma Vakfı (VWy/) Artvin ilini de kapsayan bu bölgeyi ılıman kuşak ve doğal yaşlı ormanlarını Dünya üzerinde korumada öncelikli “200 Ekolojik Bölgeden biri olarak ilan etmiştir. Türkiye’ce tanımlanan 144 “Önemli Bitki Atamandan 4’ü (Karçal Dağlad-Çoruh Vadisi-Doğu Karadeniz Dağları ve Yalnızçam Dağları) Artvin il sınırları içerisinde kalmaktadır.
Uluslararası Boğa Koruma Birliği ve Dünya Doğayı Korama Vakfı tarafından desteklen ve dünya ürerinde endemik ve nadir bitkilerin çok sayıda bulunduğu koruma değeri yüksek alanların tespiti amacıyla yapman çalışmalar neticesinde dünya üzerinde 234 Bitkisel Çeşitlilik Merkezi” tespit edilmiştir. Ülkemizde beş alan bu kapsamdadır.
Artvin ilinde maden sahası, “Kuzeydoğu Anadolu Bitkisel Çeşitlilik Merkezi (SWA.19)” olarak tanımlanan kesim içerisinde yer almaktadır. Ülkemizin gözbebeği, bu güzelim bölge önemli bir tehdit altındadır. Bölgede madencilik yapılmak istenmektedir. Madencilik ile sözü edilen doğal değerler yok edilmek veya tahrip edilmek tehlikesiyle karşı karşıyadır.
Artvin halkı çağdaştır ve tehlikenin farkındadır. Sahip olduğu değerlerin yok edilmesini istememektedir. Anayasal görevi olan çevreyi, doğayı korumaya çalışmaktadır. Bu görevi yaparken de yanında yer alması gereken kamu gücünün engellemesi ile karşılaşmaktadır. Çevresine ve doğasına sahip çıkan, bu uğurda hiçbir taşkınlık yapmadan mücadele eden Artvin halkının bu kutlu mücadelesi önünde saygı ile eğiliyorum. Bu duygu ve düşüncelerle konuşmamı sonlandırırken panelin yararlı geçmesini diliyor, Artvin özelinde tüm halkımızı ülkemizin taşına, toprağına, havasına, suyuna, ormanlarına sahip çıkmaya davet ediyor orman yoksa yaşam da yok! Diyoruz. Hepinize saygılar sunuyorum” dedi. Daha sonra panelistler yerlerini alarak sırayla sunumların gerçekleştirdiler.
Artvin’i Çepeçevre Saran At Nalına Benzeyen Coğrafyadan Bahsediyoruz
Panelin İlk Konuşmacısı, Prof. Dr. Doğan Kantarcı oldu Kantarcı da Salonda bulunan Artvin Halkına saygı duyduğunu belirterek, bu onurlu ve haklı mücadeleyi yapanları yürekten kutladığını belirtti. Kantarcı “Artvin Ve Çevresi Madenleri(Altın –Bakır) Üzerine Değerlendirmeler” başlığı altında konuştu. Değerli, Artvinliler, değerli dostlarım. Sizlere çok teşekkür ediyorum. 1995’te derneği Kuran Necati Altun ve Arkadaşları, Erdoğan Gazihan ve Arkadaşları, şimdiden sembol haline gelmiş olan Neşe Karahan ve arkadaşları. Bu insanlar benim çok değerli dostlarım. Ben Trakyalıyım, Çorlu’danım. İşin siyasi ve ticari boyutuna girmeden değerlendirmelere çalışalım. Konuya baktığımızda, karşımızda Artvin ve Artvin’i at nalı gibi çevreleyen dağlık bir coğrafyadan söz ediyoruz. Cerattepe diye bilinen yerin ruhsat alanı. Tartışılan bu alan Artvin’i boydan boya çevreleyen geniş bir alan.
Artvin’in Kaldırılması Tartışmaları Açıldı Artvin Sizin Gözünüzde Kaç Para Eder?
Geçenlerde burada madencilik olursa Artvin’in kaldırılması tartışmaları açıldı. Arkadaşlar Artvin’i kaldırmak mümkün mü? Şunu söyleyeyim. Rusya ile Japonların savaşı var. Japonlar kazanıyorlar. Ama Mançurya’yı ele geçiremiyorlar. İran Kralı’nın Ukrayna’daki sakalara sefer düzenler. Sakalarla bir türlü savaşamıyor. Perişan oluyor. Elçi gönderiyor, benimle niçin savaşmıyorsun? Hakan şu cevabı verir. Siz bizim ülkemizde ne arıyorsunuz, biz savaşmak istemiyoruz. Ama bizim atalarımızın mezarı vardır, gidin oraya el sürün de o zaman savaş neymiş size gösteririz” der. Artvin terk edilemez. Çünkü atalarının mezarları burada. Eğer siz burada çalışacaksanız Artvin’i tamamen kaldıracaksınız. Kaç para eder bu doğa, bu Artvin, bu muhteşem yaşam alanı? Onun için ben niye can dostlarım dedim. Ben Trakya’da kalan Türklerden biriyim. Arda bir Türk ismidir. Arda Nehri’nden gelir. Burada Ardanuç, Ardahan isimleri var.
Cerattepe Maden Alanı Değil, Yaşam Alanıdır
Cerattepe bir vatandır, yaşam alanıdır. İnsanların geçmişi, geleceğidir. Cerattepe’de Cominco 380 metre uzunluğuna yüzde 12 eğimli galeri açtı. 1995’te Necati beyle, Gavut deresine çıktım. Orada bazalt çatlaklarını gördüm. Şimdi burada atık barajları yapılacak. Bu çamurları buraya attığınızda doğayı koruyamazsınız. Bu çatlaklardan sızmalar meydana gelir. İşin bir başka boyutuna geldik. Burada ne var? Altın var, bakır var, Çinko var, Cıva var. Cıva çok tehlikeli bir madde. PPM nedir? milyonda bir. PPB milyarda bir. 2 PPB cıva saçlarınızı döktürmeye yeter. En tehlikeli maddelerden birisidir.
Yukarıda 556 adet sondaj yapmışlar. Sondaj yaparken, karbon kullanırlar, arap sabunu kullanırlar. Sondaj başlıları için. Yukarıdan aşağı sabunlu su geliyor. Hala da geliyor. Bu sondaj çalışmaları sonrası grafikler çıkarılmış. Oluşacak oksitler nedeniyle sülfatlara dönüşmeler başlıyor. Altın sülfat, alüminyum sülfat ve demir sülfatlar oluşuyor. Bunlar az önce bahsettiğim bazalt çatlaklardan yer altı sularına karışır.
Yukarı çıkarken Soğuk suyun yanında bir yer var, Kırmızı su akar yolun üstünden. Bu su asitli sudur. Burada yapılacak madencilikle muazzam bir çukur oluşur. Bu çukurun içi su dolar. Bu su bakteri üretir, yer altı sularına karışır, heyelanları tetikler. Biz ormancıların bir marifeti var. Vatandaş bir tane ağaç kesse hemen mahkemeye verirler. Bu milletin malıdır diye. Peki, bu milletin malı değil mi?
Teleferikle O Cevheri Taşıyamazlar!
Şimdi şirket diyor ki, ben cevheri Murgul’a taşıyacağım. kuracağım diyor. Hesap işidir lafla olmaz. Bu kadar çok cevheri teleferikle taşıyamazsınız. Kamyonlarla yaşayacaklar, kaç tonluk kamyon 20 ton. Daha fazlasına bizim yollar dayanamaz. Lambur lumbur bir nakil. Bunlar mümkün görünmüyor!. Pasa alanları burada, atık barajları burada olacak. Liç yapacaksınız. liçten çok bunların depolandı atık barajları büyük sıkıntıdır. Bu taşımayı Murgullular ister mi? Bilemiyorum. Meclis başkanı burada.. Ben 40 yıl kimya laboratuarında çalıştım. Toprak uzmanıyım. Bu konuda konuşabilecek kişilerden birisiyim. Bakın kabuklu böcekler ormanları kurutuyordu. Yaşar Aksu burada mı? Yapılan biyolojik mücadele sonuç verdi. Bu böcekler yeniden ürer.
“Ani Tesir Katı Netice İşte Bu!”
Burada toprak yok olacak. Toprak yok olursa, orman yok olur, Orman yok olursa dağ üstümüze geçer. Ormanın eko sistemini bozarsanız, zayıf düşer. Zararlı kabuklular güçlenir. Isınmalar başlar. Isınma sonrası ani fırtınalar çıkar ve devrilmeler başlar. Bu ağaçlar tabak şeklinde kök yapar. Buradaki yer altı suları Artvin’e su sağlar. Erol Bey yıllarca Artvin halkını uyardı, ısrarla gazetelere konuyu taşıdı. Dün bir yağmur yağdı, musluklardan çamur aktı. Akşam Sinan beyin evinde oturuyorduk, Sinan bize şişe suyu getirdi. Niye? “Ani Tesir, Kati netice derler ya”, Demek ki gerçek ortada.
Gelelim patlatma meselesine, Bu bir hesap kitap meselesi. Haftada 7,6 ton anfo patlatacaklarını söylüyorlar. . Anfo mazot gübre karşınımı bir patlayıcıdır. Biri katı, biri sıvı. İyi karışması lazım. İyi karışmasa ne olur bilir misiniz. Mavi kan hastalığı denen hastalık yapar. Bunun yeraltı sularına sızıntısı olacak. Adamlar Artvin’in merkezinin ve köylerinin nüfusu. Erkek Nüfusu 54’lere kadar kadınlardan fazla, ama 54’ten sonra erkek nüfusu azalıyor, kadın nüfusundan aşağıya düşüyor. Nedir bunun sebebi, Murgul’un Nüfusu kaç? Bütün bunlar göz önüne alındığında, Artvin’in yok olması söz konusu. Burada kamu yararı, üstün kamu yararı kavramı tartışmalıdır. Ben bu tespitimi anlatmaya çalıştım. Ben dinlediğiniz için teşekkür ederim” dedi.
Hidroelektrik santralleri ve Yeşil Konulu bir sunum yapan Oğuz Kurdoğlu kalkınmanın çevreyle uyumlu olması durumun sürdürülebilir olacağını söyledi. Çalışmalarını bu çerçevede yürüttüğünü kaydeden Kurdoğlu ” Elbette ülkenin kalkınmasını istiyoruz. Ülkenin gelişimine ket vurmak gibi bir niyetimiz asla olamaz. Buraya gelirken hep Artvin´i konuşarak geldik.
HES´ler ve yeşil yolun çevre ile ne kadar uyumlu olduğuna hep birlikte bakacağız. Kategorik olarak HES´lerle ilgili bir sorunumuz yok. Bir vadide bir yatırım yapmaya kalktığınızda, tabiatın kendisini ortadan kaldırıyorsunuz. Muazzam tahribatlara örnek gösterilecek örnekler var. Doğanın bu muazzam tahribat sonra tekrar toparlanma şansı yok. HES´ler nedeniyle birçok canlının su içme hakkı elinden alınıyor. Bu canlılarında yaşamaya hakkı var. Bu problemlerin hepsini HES´lerde gündeme geliyor. ÇED süreci çok önemeli. ÇED´lerde yapılacak iş ne ise onun sosyal etkilerinin de değerlendirilmesi lazım. Bizde sıfır. ÇED süreci 1993 yılında başladığı günden bugüne değişik nedenlerle değiştirilmiştir. Her değişiklik yeni bir muafiyetle geliyor. Böyle bir durum dünyanın hiç bir yerinde yoktur. ÇED gerçek anlamda o yatırımı irdelemediği zaman o yatırımın bütün olumsuzlukları karşımıza çıkmaktadır. ÇED süreci o kadar olumsuz yürüyor ki Şavşat Papart´ta ki 4 HES için ancak bir tek HES yapıldı. Daha kötüsü bu ÇED Bakanlıkta kabul edildi ve hukuki süreçte iptal edildi. Arhavi´de Kamilet Vadisi Türkiye´de ki en el değmemiş alan. Böyle alanlar dünyada koruma nedenidir. Buranın milli park olması için birçok rapor yapıldı. Böyle bir yer için HES tartışmaları yapılıyor ve bunun için hukuki süreç işliyor.
HES başka ne gibi sorunlar ortaya çıkarıyor? Ormanlarda ciddi tahribat var. Ormanlar Türkiye´nin yüzde 13´ü. Bizler bunlara gözümüz gibi bakmak zorundayız. HES´ler kapsamında ormanlarımızda inanılmaz bir tahribat var. Her yer böyle. Orman ne kadar küçük parçalara ayrılıyorsa hayatta kalma şansı o kadar azalıyor demektir. Parçalanma dediğimiz problem dünyada en büyük doğa problemidir. Başka ne gibi sorunlar oluyor? Çevre kanununa göre, orman kanuna göre hafriyat atık kontrol yönetmeliğine göre her türlü düzenlemeye göre hafriyatlar halen derelere, yamaçlara dökülüyor. Buralar normalde yasak ama yapan maliyeti minimize etme için yapıyor.
Derelerin hafriyatlarla doldurulmasıyla iki şey oluyor. Doğrudan bir habitat kaybı meydana geliyor, orman azalıyor. Orman sağlığının devamlılığı ciddi bir tehlikeye giriyor. Burada yaşayan canlıları ve alabalıkların doğal üretmesi tehlikeye giriyor. Derelerin özel olarak korunması gerekilen insan eliyle yok ediyoruz. Ormanlar azaldığında heyelanlarla oluşup yüzeysel akışlarla toprak akmaya devam ediyor. Boyuna ağaç dikiyoruz ama bu ağaçlar gerçek anlamda orman oluyor mu bu ciddi bir tartışma konusudur. Suların azalmasıyla binlerce canlı telef oluyor. Bir su sistemini yok ettiğiniz zaman bütün canlı sistemini yok etmişi oluyorsunuz. Suyun olmadığı yerde canlı hayatta yok demektir. Elektrik iletim hatları ÇED´e tabi değil. HES´in ÇED´ine tabi değil. Tabi olsa zaten bu ÇED´ler bile onaylanamazdı.
HES´ler En Az Zarar Veren Enerji Yapılarıdır, Ama Siz Düzgün Yapmadığınızda Diğer Enerji Yapılarından Farkı Kalmıyor
Derelerden gelen hafriyat derede ki canlıları öldürüyor. Bu derelerde kurulmuş alabalık çiftlikleri var onlar zarar görüyor. Trabzon´da 5 işletme zarar gördü. Alabalık çiftliklerini küçük görmemek lazım bütün dünyada 550 milyon liralık ihracatımız var. 2023´te 1 milyar dolara çıkacak. 25 bin kişi istihdam ediliyor. 50 bine çıkması hedefleniyor. Bakanlık sitesine baktığınızda HES´lerde 6 bin kişinin istihdam edileceğini göreceksiniz. HES´ler en az zarar veren enerji yapılarıdır, ama siz düzgün yapmadığınızda diğer enerji yapılarından farkı kalmıyor. Doğa tamamen yok edilmiş oluyor. Başbakanlığının yazdığı bir raporda 2025 Türkiye´nin su kıtlığına girecek ülkeler arasında yer alacağı belirtiliyor.
Bizim biran önce su kaynaklarını su kaynaklarını koruyacak önlemler almamız lazım. Çünkü su hayatın kendisi fakat biz her faaliyetimizde su kaynaklarını yok etmekle meşgulüz. Karadeniz´de bile sağlıklı sudan yoksuluz. Her taraf tarumar ediliyor. 2,5 liraya musluktan içtiğimiz suyu pet şişeye girdiğinde bin liraya içiyorsak bu mücadeleden galip çıkma şansımız yoktur. Galip çıkanlar o suyu satan çoğu uluslar arası şirketlerdir. Eko sistemler sade su için bile korunmaya değer. Bunun yanında ormancılığı var, turizmi var, balıkçılığı var, hayvancılığı da var ama sadece su için bile korumaya değer.
Türkiye´nin ortalama yüksekliği 1132 metre Asya´da ve Avrupa´dan da yükseğiz. Doğu Karadeniz´de yapılan çalışmada eğimin yüzde 74 olduğu tespit edilmiş. Dağlar eko sistemler bağlamında çok önemli. Dünya nüfusunun onda birine ev sahipliği yapılıyor. Bunun onda 2´ye çıktığını biliyoruz. İnsanlar daha serin yerler daha doğal yerler aradığı için bu nüfus artıyor. Eskiden tersiydi. Dağlar karları barındırdığından yoğun su kaynağı olarak görev yaparlar. Biyoloji çeşitlilik için, turizm için çok önemlidir. Bu yükseklik bu eğim bu eko sistemin çok kırılgan olmasına neden oluyor. Dağlar özel olarak yönetilmesi gereken hassas eko sistemlerdir. Burada yapılacak her uygulamanın başka sonuçları olacaktır. Bu uygulamaları çok dikkatli yapmalıyız.
Biz ne yapıyoruz. Doğu Karadeniz Yeşil Yolla kalkınacak diyoruz. DOKAP Yeşil Yolun Samsun´dan Artvin´e müthiş bir turizm yolu olduğunu söylüyor. İlk 2004´te ortaya konmuştur. Sonra bir boşluk oldu ve aradan geçen zamanı takiben yeniden gündeme geldi. Sayın DOKAP Başkanıyla farklı düşünüyoruz. 2600 kilometre yolun önce 1600´ü yapılacak dendi. Sonra tamir edilecek genişletilecek dendi. Ben size söyleyeyim. En az bin kilometre yeni yol yapılacak. Yayla yollarının 10+1 metreye çıkarılması söz konusu, başka türlü buraya araç trafiğini getirme şansınız yok. 38 noktada turizm merkezi yapılacak. Yani 38 tane Ayder, Uzungöl gibi turizm garabeti oluşacak. Burada çok büyük sorunlar var. Büyük atıklar oluşuyor. Samsun´dan hareket eden kişi bütün atıklarının 1500-2000 bandına taşımız olacak. Broşürlere bakıyoruz yaylalarda yürüyen insanlar var. Neden arabalı insanlar koymuyorsunuz o zaman tezat bir durum var. Demek ki dağları isteyen turist istemiyor. Yaptığımız çalışmalarda 184 yabancı turist yaylalara yol istemiyor. Sadece 1 tane turist yaylalara yol istiyor. Türk Turistlerden 160 kişinin sadece yüzde 10´u yol istedi. Yerli halkında yüzde 45´i yol istedi, yüzde 55´i istemedi. Bu yüzden turist için yapıyoruz savı doğru değil dedi.
Son olarak ise Daha çok suyla bağlantılı sunumunu gerçekleştiren Mehmet Özalp, Artvin’de özellikle son yıllarda sıkça yaşadığımız olaylarla ilgili değerlendirmelerde bulundu.
Su eşittir yaşam diyen Özalp, canlıların bulunduğu bu üş katmanda da bir şekilde suyla bir bağlantı söz konusu bu nedenle biz buna her üç katmanın bulunduğu alana biyosfer alanı diyoruz. Tabi suyun özellikle küresel su döngünü göz önüne aldığımızda ne kadar önemli bir güç olduğunu görebiliyoruz. Çünkü buharlaşma yada yağış yüzeysel akış bu üç tane ana süreçte dahil dünyadaki canlıları etkileyen bir süreci, motive ettiğini yada şekillendiğini görebiliyoruz. Nedir bunlar; mesela buharlaşmayla birlikte yağmur yağdığı zaman, yağışın havzanın üst kısmından aşağıya deltaya doğur geldiğinde toprağı parçalaması aşağı kısımlara tarıma uygun alan oluşturması yada o suyla beraber getirdiği bitki besin maddelerini akarsulardaki canlılara sunması gibi bir sürü önemli özelliği var.
Bu açıdan baktığımızda su hem canlılar hem de bizim etrafımızdaki cansız varlıklar içerisindeki tüm döngülerde önemli roller oynuyor. Fakat bunu da biliyoruz ve her zaman ifade ediyorum, dünya üzerinde fiziksel ve ekonomik bir su kıtlığı olduğunu da hepimiz biliyoruz. Su var ama bol değil kesinlikle sorunlar yaşıyoruz bütün dünya üzerinde.
Özellikle Afrika’da hem ekonomik olarak hem fiziksel olarak, suyla ilgili büyük sıkıntılar var. Tabi ki orta doğu ve Türkiye’de bu işin içinde ileriye dönük yapılan projeksiyonlarda özellikle büyük sıkıntılar yaşayacağımız açık.
Bu sabah sunumu hazırlarken canlı bir web sayfası var dünya nüfusunu hesaplaya, şu anda 7 Milyar 420 milyon civarındayız büyük bir ihtimalle daha da fazlalaşmışızdır. 1800 yılında bir Milyar olan nüfusumuz 2050’e gelmeden 9 Milyara çıkacak. Dolayısıyla su kaynakları üzerinde inanılmaz bir baskı daha artacak. Nüfusun dağılımı kentlere doğru arttıkça, bu baskı daha da artacak neden çünkü; kentler daha çok su tüketimi var, kentlerde daha fazla suyun kirlenmesi durumu var ve kentlerde daha fazla israf durumu var. Buda su kaynakları üzerinde baskıyı daha fazla büyük hale getirecek ”dedi.
Bu bölüme kadar suyun ne kadar önemli olduğundan bahseden Özalp, devamında ise suyun yıkıcı güç olarak karşımıza çıkmasına değindi.
Panelin konuşmacıları, Cerattepe davasını en başından beri bilen ve bugüne kadar gerek yazılarıyla, gerek yazdıkları raporlarla anlatan akademisyenler oldu. İlk raporu yazan, emekli akademisyen Prof. Dr. Doğan Kantarcı, O zaman ki adıyla Kafkas Üniversitesi Orman Fakültesi dekanı olan, Şimdi KTÜ Orman Fakültesi Öğretim Görevlisi Prof. Dr. Cantürk Gümüş, KTÜ Orman Fakültesi Öğretim Görevlisi Yardımcı Doç. Dr. Oğuz Kurtoğlu, AÇÜ Öğretim Görevlisi Yrd. Doç. Dr. Mehmet Özalp View Gallery |
Eğer uygun doğal koşullar varsa bir de buna insan kaynaklı bazı etmenler eklenirse felaketler ne yazık ki kaçınılmaz olabiliyor dedi. Prof. Dr. Mehmet Özalp, konuşmasının devamında fotoğraflarla sel, taşkın ve heyelanları irdeledi.
Yarı kurak bölgelerde ne yazık ki, en büyük sıkıntılardan biridir bu, tüm yıl yağması gereken yaklaşık 300ml’lik yağış birkaç gün içerisinde bile rahatlıkla yağa bilir. Artvin yanılmıyorsam 2006 yada 2007 de olabilir 40 yada 50ml’lik yağışın yağdığı söylenmişti. Ne yazık ki eski Çoruh diyeceğim, o zamanları artık yok. Taşma seviyesine gelmişti. Her üç olayda da suyun bir etkisi var, ya güç olarak ya da gazlalık olarak. Peki sel taşın heyelan nedir. Sel;havzaların yukarı kısımlarında yan derelerinde meydana gelir ve genellikle eğimli alanlarda meydana geldiği içinde çok daha yüksek bir hıza ve dolayısıyla daha büyük katı materyale taşıma gücüne sahiptir. Taşkın ise daha çok; bu yan derelerde meydana gelen sellerin aşağı da vadi boyunca yatakla buluşması ve normal yatağına sığmayıp, yatak dışında çıkması olarak görüyoruz. Heyelan ise daha çok kitle hareketidir. Büyük miktarlar da toprak kaya yada üzerinde varsa evler ağaçlar bunlarla beraber. Yamaç aşağı yada eğim aşağı akması, yer çekimiyle birlikte bu bizim için heyelan olarak sınıflandırıla biliyor dedi.
Ülkemizde gerçekleşen Sel, Taşkın ve Heyelanlara nedenlerini açıklayan Prof. Dr. Mehmet Özalp,” bir kere sürekli ve şiddetli yağışalar burada bilinen bir neden, dağlık engebeli yüksek olması. Yanlış arazi kullanımı, dere yataklarının yerleşime açıklaması alt yapı yetersizliği, hatalı yol inşaatları ve bunların bakımsızlığı ve tatbiki bilimsel verilerin az olması ya da varsa da ne yazıktı idareciler tarafından göz ardı edilmesi başlıca sebepleri olduğunu söyledi.